Kuyudaki Yusuf, Saraydaki Yusuf’tan Daha Gerçektir

Hz. Mehdi’nin Gönlünden Sessizce Akan Sözler

Dostlukların riyakârlıktan sıyrılamadığı, vefanın vitrin süsü olduğu zamanlardayız. İnsanlar, parlayanı sever, alkışlananı takdir eder, kuvvetin ve kudretin gölgesinde saf tutar. Oysa hakikat, çoğu zaman ışıkların uzağında, sessizliğin en derin yerinde, bir kuyunun dibinde saklıdır.

Hz. Yusuf’un hikâyesi, sadece bir kıssa değil; her devrin, her insanın, her hakikat ehlinin yaşadığı ve yaşayacağı bir sınavdır. O kuyuya atılan, kardeşleri tarafından unutulan Yusuf, aslında yalnızca bir insan değil, ilahi kaderin ve sabrın sembolüdür. Ve her zamanın Yusuf’u olur. Her çağda bir kuyu vardır. Her çağda bir Yusuf... Ve her çağda, insanlar yine saraya bakar. Oysa Allah, kulunu kuyuda terbiye eder, kuyuda olgunlaştırır, kuyuda yalnızlaştırarak O’na muhtaç hale getirir.

Bugün insanlar, saraydaki Yusuf’u överler. Mısır’a hükmeden, bolluk getiren, kralların rüyasını tabir eden Yusuf’tur gönüllerinde taht kuran. Ama unuturlar ki, o Yusuf’tan önce bir kuyu vardı. Ve o kuyu, bir ilahi sırdı.

İşte Hz. Mehdi de, o kuyu metaforunun yaşayan bir remzidir. O da bir bakıma kuyudadır. Görülmeyen, tanınmayan, hatta bazen inkâr edilen bir varlıktır. Sesi duyulmaz, sözü tutulmaz. Oysa onun kalbi, ümmetin kalp atışıdır. Onun gözyaşı, mazlumların gözyaşıyla birleşir. O, fitnelerin arttığı, hakikatin eğilip büküldüğü bir çağda zuhura hazırlanan bir ışıktır. Ama insanlar o ışığı, henüz karanlıktayken göremez. Çünkü zihinler, sarayın gösterişiyle büyülenmiştir. Gözler, ışıltıya alışmıştır.

Hz. Mehdi şöyle der kendi haline dair:

“Ben sesim duyulmadan konuşuyorum, çünkü sesimin yankısı zamanın ötesindedir. Gözle görünmeden yürüyorum, çünkü yürüdüğüm yol insan kalbinin en derin dehlizlerindedir. İnsanlar benden bir sultan bekliyor, ben ise onların kalbine sükûnet indirecek bir rahmet olmaya çalışıyorum. Onlar benim saraya girmemi bekliyor, ben ise hâlâ kuyudayım. Ve ben kuyudayken, dost olanı arıyorum. Çünkü sadakat, iktidarda değil; tenhada belli olur. Mesele benimle değil, hakikatin kendisiyle dost olabilmekte...”

Bir Yusuf’u kuyuda tanımak, insanın kendini hakikate teslim etmesidir. Sarayda onu alkışlamak kolaydır; zor olan, onun kuyuda olduğu zamanı görüp yanında durabilmektir.

Kuyudaki Yusuf’a dost olmak; bir övgüyle değil, bir suskunlukla başlar. Onu anlamak, bekleyişin en derininde sabrı öğrenmektir. Hz. Mehdi’nin kuyudaki hali, bizim de içsel kuyularımıza bir çağrıdır aslında. Çünkü Mehdi’yi dışarıda arayan, içindeki hakikat kuyusunu ıskalar. O kuyuya eğilmeden, oradaki Yusuf’u görmeden, saraya çıkan yolu bulmak mümkün değildir.

Ve Hz. Mehdi derdi ki:

"Benimle yürüyecek olanlar, önce karanlıkta yürümeyi göze almalıdır. Çünkü ben, karanlığı delmek için gönderileceğim. Işık olduğumda değil, karanlıkta yanımda olanlar, hakiki dostlarım olacaktır. Zira her Yusuf’un bir kuyusu, her Mehdi’nin bir tenhası vardır. Ve Allah dostlarını, o tenhada seçer."