
Zamanın ruhu kararmışsa, adalet yalnız mahkeme salonlarında değil, halkın vicdanında aranır. Halk, doğruluğa susamış; yöneticiler ise, çoğu zaman kendi yankı odalarında gerçeklerden uzaklaşmıştır. Böyle bir dönemde, bir ses yükselir. Bu ses, ne bir partinin, ne bir ideolojinin, ne de bir makamın sesi değildir. Bu ses, hakikatin kendisinden doğar. Ne alkış bekler, ne de alkıştan korkar. O sadece gerçeği söyler. Çünkü zaman, maskelerin düştüğü; hak ile batılın ayrıştığı zamandır.
Bu ses der ki:
"Sen, Filistin için ağlıyorsun; evet, Filistin mazlumdur. Ama yanı başındaki mazluma gözlerini kapatmışsan, gözyaşın da siyaset kokar. Dışarıdaki zulme ses yükseltirken, içerideki adaletsizliği görmezden geliyorsan, senin sözlerin eksik, senin vicdanın yorgundur."
Bazı yöneticiler vardır; dualarla başlarlar her cümleye. Allah’ın adı dillerinden düşmez. Ama o adı, kendi meşruiyetlerini pekiştirmek için kullanırlar. Onlar için din, bir pankart; iman ise bir gösteri aracıdır. Hakkı savunmak, kendi taraflarını büyüttüğü sürece anlamlıdır. Ama gerçek adalet, kendi tarafına da bakabilmektir. Kendi iktidarına da ayna tutabilmektir. Gerçek iman, sadece mabetlerde secdeye varmak değil, sokakta ezilenin hakkını savunmaktır.
Toplum, artık sadece şatafatlı konuşmalardan yorulmuştur. Halk; sahici olanı, dürüst olanı arıyor. Çünkü insanlar gördü ki, bazıları Allah’ın ismini öyle çok kullanıyor ki, artık kalplerde şüphe uyanıyor: “Gerçekten Allah’tan mı korkuyor, yoksa Allah’ın ismini mi kullanıyor?” Bir halk bunu sorgulamaya başladıysa, bilin ki hakikat kapıya dayanmıştır.
Ve birileri çıkıp şunu hatırlatır:
"İnanç, sadece kişisel bir mesele değildir. İnanç, zulmü alkışlamamaktır. Yöneticinin hatasını görmek, onu ifşa etmek değil; onu iyiliğe çağırmaktır. Kendi menfaati için dini kullanan, en büyük ihaneti yapar. Çünkü din, insanların umutla sarıldığı son sığınaktır."
O dönemde insanlar şunu öğrendi:
Gerçek dindarlık, sadece tesbih çekmek değil, adaletsizliğe 'dur' diyebilmektir. Gerçek iman, sadece dua etmek değil, harama karşı sessiz kalmamaktır. Halk gördü ki, bazıları dinle yükseldi, ama dine ihanet etti. Çünkü kalplerdeki inancı değil, kürsülerdeki alkışı büyütmeyi seçtiler.
Ama yine de umut bitmez. Çünkü her karanlığın içinde bir ses vardır. O ses, her zaman gür değildir. Bazen bir annenin duasıdır, bazen bir çocuğun gözyaşı, bazen adaleti arayan bir gençtir. O ses çıkar ve der ki:
"Zulüm nerede varsa, ona karşı susmak, zalimin yanında durmaktır. Dindarlık, zalimin kimliğine bakmaz. Mazlumun milliyetini sorgulamaz. Eğer bir lider, kendi zulmünü örtmek için dışardaki zulmü kullanıyorsa, o zaman onun dili de kalbi kadar kirlidir."
Bugün artık insanlar şunu biliyor:
Hakikat, tek bir kişinin tekelinde değildir. Ve din, sadece camide değil, çarşıda da, mahkemede de, okulda da yaşanmalıdır. Çünkü inancın gücü, saraylarda değil; sokakta, halkın vicdanında yaşar.
Ve en sonunda her şey şuna çıkar:
Allah’ın adı, çıkar için kullanılacak bir isim değildir. O ad, sadece eğilmeyenlerin, sadece hakkı tutanların dilinde yücelir. O yüzden kim Allah’ın adını anıyorsa, önce kendi adımlarına baksın: Zulme alet mi olmuş, yoksa zalime karşı mı durmuş?